Ne şahane olurdu, yaşam yolumuz çiçeklerle bezenmiş olsaydı, ayağımıza taş bile değmeseydi. Ancak ne mümkün… 2020’nin sonuna geldiğimiz şu günlerde, bırakın tozpembe dünyayı, günlük yaşam streslerimiz yetmiyormuş gibi; savaşlar, doğal afetler, küresel salgın, maddi ve manevi kayıplar gibi daha büyük sorun durumlarıyla da mücadele etmeye çalışıyoruz bir yandan. Hele ki, o veya bu sebeple köklerimizden uzakta göçmen olarak yaşıyorsak, tüm bu süreçleri ruhsal açıdan daha kırılgan geçiriyor olmamız da cabası…
Hiç düşündünüz mü, aynı olumsuz yaşantılara maruz kaldığımız halde, nasıl oluyor da her birimiz birbirinden bu kadar farklı reaksiyonlar gösterebiliyoruz. Kimimiz darmadağın oluyorken, kimimiz küllerinden yeniden doğabiliyor… Bir de, söz konusu olumsuz yaşantıdan etkilenecek kişi çocuğumuz ise, durum daha da önem kazanıyor. Baş etme becerilerinin güçlenebilmesi için, sorunları onun adına çözmememiz gerektiğini bildiğimiz halde, bu “bilme hali” genelde içimizdeki “sorun savar süper ebeveyni” dizginlemeye yetmeyebiliyor. Ancak şöyle de bir gerçek var ki, tüm sorunları öncesinde engellemek ya da çözebilmek mümkün değil, öyleyse…
Çocuğumuzu Güçlükler Karşısında Kolayca Yıkılmayacak Donanımda Nasıl Yetiştirebiliriz?
“Rezilyans” kelimesi, hala bir Türkçe karşılığı olmamakla birlikte, tam da yukarıda ifade etmeye çalıştığım durumu karşılıyor aslında. Yeni durumlara adapte olabilme, strese karşı psikolojik dayanıklılık sergileyebilme, yaşamın zorlukları karşısında tökezleyip düştüğümüzde ise, tıpkı bir hacıyatmaz gibi yeniden ayağa kalkabilme becerisi diyebiliriz aslında. Doğuştan getirdiğimiz, bizi biz yapan karakteristik iç güçlerimiz olmakla birlikte, rezilyans öğrenilebilir bir beceridir. Bu esnekliğe sahip çocuklar yetiştirebilmek için de, bence en temel koşulların başında; çocuğun istenerek dünyaya gelmiş olması ile doğduğu andan itibaren onu sevgisiyle sarıp sarmalayan, olduğu gibi kabul eden, ilgiyle dinleyen ve ona nitelikli zaman ayıran ebeveyne sahip olmak gelmektedir.
Aile içinde kullandığımız iletişim dili, çocuklarımızın dünyayı algılamasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Yaptığımız sohbetlerde duygulara yer veriyor olmak, duygu repertuvarlarını geliştirmenin yanı sıra, hayal kırıklığı, üzüntü, öfke ve can sıkıntısı gibi güçlü duygularla baş edebilmelerini de kolaylaştırmaktadır. Ayrıca, çevremizde sevdiğimiz, sevildiğimizi hissettiğimiz, ihtiyaç duyduğumuzda yardım isteyebildiğimiz, bize umut aşılayan bir sosyal ağın varlığı da, zorluklarla baş etmede en güçlü kozlarımızdan biridir. Bu nedenle çocuklarımız için sadece aile ortamı değil, akran çevresinin geniş olması da oldukça önemlidir. Çünkü çocuklar, toplumsal normlardan sorun çözme becerilerine varana kadar, akranlarından yaşama dair pek çok şey öğrenirler.
Başka neler yapmalı derseniz şayet, hayatı anlamlı kılacak değerler aşılamalı, başarma isteği duyacakları hedefler koymalarına destek olmalı, hata yapmalarına izin vermeli, sonuç odaklı söylemlerden kaçınıp sebatkar davranmaları ve ellerinden gelenin en iyisini yapmaları yönünde yüreklendirmeli çocuklarımızı. Ayrıca farklı görüşlere açık olma, eleştiriyi kaldırabilmelerine yardımcı olabilecek bir mizah anlayışına sahip olma ve sonucunu değiştiremeyecekleri durumları kabul edip oluruna bırakabilme becerilerine de sahip olsalar tadından yenmez, ne dersiniz?
Son olarak, stres ile baş etmek deyince ilk akla gelen “sağlıklı yaşam” gereklerini de es geçmemeli elbette. Hangi yaşta olursak olalım beslenme ve uyku düzenine hassasiyet göstermeli, çocuklarımızı sevdikleri aktivitelere yönlendirilmeliyiz. Siz de fark etmişsinizdir ki, gerek yazılarımda gerekse söylemlerimde odak noktam genelde çocuklar oluyor. Ancak tüm bu bahsettiğim başlıkları kendiniz için de gözden geçirmeyi ihmal etmeyin lütfen. Zira çocuklarımız için şu hayattaki en büyük rol model bizleriz… Şimdi tüm bu kaleme aldıklarım ışığında derin bir nefes alıp “hacıyatmaz mode”a geçmeye hazır mısınız?
3, 2, 1 başla…
Yazarımızın kaleme aldığı bu yazı, 12 Aralık 2020 tarihinde, Londra Gündem Gazetesi’nde yayınlanmıştır.